Sanatı fon görmek: Türk burjuvazisinin içler açısı hali.. Ömer Koç görmesin…

Ancak ne yazık ki Bienal boyunca sanat eserlerinden çok, eserlerin önünde poz veren davetliler gündemde… Sanatı anlamak, üzerine düşünmek yerine; fon görmek, Instagram’a koymak, kendini “kültürlü” göstermek… Bu alışkanlık, Türk burjuvazisinin sanatla kurduğu yüzeysel ilişkinin belki de en net fotoğrafı…

(Eser: Selvi Tunaboylu)

ÇERÇEVE ÖNÜNDE SELFIE

Bir tablonun, bir heykelin ya da enstalasyonu incelemek, bilgi almak, belki koleksiyonuna katmayı düşünmek yerine sanki “yanında görünmek” daha çok tercih ediliyor. Sanki sanat yapıtı, düşünsel bir emek ürünü değil de dekoratif bir fon. Bu tavrın sıklıkla tekrarlandığına şahit olmaya başladık. Sosyal medya, sanat eserlerinin önünde aynı pozlarla gülümseyen “cemiyet simaları” ve/veya ‘meşhurlar karması’ ile dolu.

(Sanatçı: Celina Eceiza)

SANATÇI: YOK, KOLEKSİYONER: YOK

Sanatçının niyeti, üretim süreci, ifade biçimi… Bunların hiçbiri davetlilerin radarında değil gibi. Haberlerde “ünlüler akın etti” olarak geçen boy boy kareler, fuarın ruhunu perdeleyen birer vitrin süsü gibi. Onlar için önemli olan orada bulunmak, görünmek ve fotoğraf paylaşmak sanki. Gerçek niyetleri bu olmasa dahi bu düşünceye zemin hazırlayan paylaşımlara müsaade ediliyor. Oysa gerçek bir sanat etkinliği, sanatçının ve eserin merkezde olduğu bir buluşmadır. Bienal’de merkezde olan ise “kim kiminle gelmiş” sorusunun peşine düşen bakışlar.

(Sanatçı: Lungiswa Gqunta)

ÖMER KOÇ GÖRMESİN

Koç Holding’in kültür-sanat alanına yaptığı yatırımlar ve Ömer Koç’un kişisel koleksiyonerliğini anlatmaya lüzum var mı bilmem: Yıllardır özel koleksiyonları, sergiler için sağladığı destekler ve kurumsal yatırımlarla sanatın ciddiyetini koruyan isimlerden biri. Osmanlı ve çağdaş sanat eserlerini bir arada toplayan koleksiyonuyla, yurtiçinde ve yurtdışında saygın bir yere sahip. Vehbi Koç Vakfı aracılığıyla desteklediği müzeler, sergiler ve sanatçı projeleri, yalnızca Türkiye’de değil uluslararası çevrelerde de övgüyle anılıyor. Onun yaklaşımında sanat, bir dekor ya da sosyal medya fonu değil; birikim, tarih ve kültürel devamlılığın ifadesi.

Koç Vakfı, 2007-2036 döneminde de Bienal’in sponsoru olarak yer alıyor.

İşte bu yüzden Bienal İstanbul’daki tablo daha da düşündürücü. Bir yanda yıllarını ve kaynaklarını sanata adayan bir koleksiyoner profili, diğer yanda ise sanat yapıtını yalnızca “görünürlük” malzemesi olarak kullanan burjuva refleksi. Bu ikisi arasındaki uçurum, Türkiye’de sanatın hangi ellerde değer gördüğünü, hangi ellerde ise yalnızca tüketildiğini gösteriyor. Eğer gerçekten sanata duyulan saygıdan bahsedeceksek, bu fuarda sergilenen tavır tam tersi bir tablo çiziyor. Sanatla kurulan yüzeysel bağ, büyük koleksiyonerlerin, gerçek sanatseverlerin görmek istemeyeceği kadar trajik bir durum.

(Sanatçı: Khalil Rabah)

TARİHSEL VE SOSYOLOJİK BOYUT

Bu “önünde poz verme” pratiği sanat dünyasında yeni değil, ama bugün daha görünür, daha hızlı ve daha yaygın.

18. ve 19. yüzyılda müzeler, toplumun kültürlendiği, bilgi edindiği mekânlardı. İnsanlar eserlerin önünde uzun uzun durur, onları öğrenmeye çalışırdı. 20. yüzyılda fotoğraf makineleri yaygınlaştığında eserlerin belgelenmesi kişisel hafıza için yapılıyordu. Bugün ise dijital çağın dayattığı hızla, eserlerin önünde geçirilen süre birkaç saniyeye düştü. Selfie çağı, müzeleri ve fuarları birer “deneyim mekanı”na dönüştürdü.

(Sanatçı: Şafak Şule Kemancı)

Guy Debord’un tarif ettiği gösteri toplumu kavramı bu durumu çok iyi anlatıyor: her şey bir gösteriye, bir imaj üretimine dönüşüyor. Pierre Bourdieu’nün kültürel sermaye dediği şey de tam burada devreye giriyor. Bir eserin önünde poz vermek, sosyal medyada paylaşmak, kültürel bir statü göstergesi haline geliyor. Eserin içeriği, tarihi, sembolizmi ikinci plana düşüyor.

(Sanatçı: Dilek Winchester)

Sanat, sorgulatmak ve düşündürmek yerine, “ben de oradaydım” demenin aracına dönüşüyor. Bu durum sanatın değerini sıfırlamıyor belki ama onunla kurulan bağı dönüştürüyor. Artık sanatla doğrudan değil, kamera ve ekran aracılığıyla temas kuruyoruz. Bir yanda eserin tüketim nesnesine indirgenmesi, diğer yanda sosyal medya sayesinde daha geniş kitlelere ulaşması… Bu ikili gerilim, sanatın toplumsal rolünün de dönüşmekte olduğunu gösteriyor.

(Sanatçı: Elif Saydam)

18. İstanbul Bienali, küratörü Christine Tohmé tarafından “Üç Ayaklı Kedi” temasıyla üç yıla yayılan bir yapı olarak kurgulandı. Bienalin ilk ayağı (20 Eylül – 23 Kasım 2025) Beyoğlu–Karaköy hattındaki sekiz mekânda 30’dan fazla ülkeden 47 sanatçıyı izleyiciyle buluşturuyor.

Gözde Sula

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir