‘Zaman silmek için vardır’
İran edebiyatının önemli isimleri Furuğ’dan, Sâdık Hidayet’ten, Gulam Hüseyin Sâedi’den, Goli Terakki’den, Abbas Kiyarüstemi’den ve Nasser Saffarian’dan yaptığı çevirilerin yanı sıra roman ve öykü kitaplarıyla tanıdığımız Makbule Aras Eyvazi hikayelerinde, konuşanlar ve susanlar arasındaki adı konmuş veya konmamış çatışmalarla yüzleştiriyor bizi. Yazarın öykülerinde, sessizliği bir inat haline getirenler ya da direnişe dönüştürenlerle birlikte “çok kişi ve çok ses olanlar” da çıkıyor karşımıza.
Bulunduğu zamandan ve yerden geçip giden günlere bakanlar, olup biteni sonradan anlayanlar, sırtındaki yüklere adım atmaya çalışanlar, yaşananların bıraktığı izlerin ağırlığıyla ayakta durmaya çabalayanlar ve her günün birbirine benzediği hissine kapılanlar da bu kalabalığa ekleniyor.
Bahsi geçen kalabalıkta huzursuzluklarıyla, önyargılarıyla, kurduğu ve kuramadığı iletişimle yüzleşenler de var. Kâh gündüz kâh gece, bir başınalığına hayıflanıp yüzünü geçmişe dönenler de… Uzun sessizlikler ve kısa konuşmalar arasında “rüzgarın bütün kelimelerini alıp götüreceğini” bilenler, küçük mutlulukları ve büyük kaygılarıyla yaşamaya uğraşıyor.
‘Sonun Bacakları’ındaki bu manzaranın ardından Eyvazi, Furuğ’u bir roman kahramanı ve çevresindeki dört erkeği de yan karakter haline getirdiği ‘Başa Dönemeyiz’le çıkmıştı karşımıza. Eyvazi, şairin yaşamındaki kırılma anlarını İbrahim Gülistan’ın, Perviz Şapur’un, Feridun Ferruhzad’ın ve Muhammed Ferruhzad’ın penceresinden bakarak çözümlüyordu. Şiirleriyle, fikir ve ilişkileriyle Furuğ romanıydı Başa Dönemeyiz.
İkinci öykü kitabı ‘Ustam Diyorum Öldü’de ise Eyvazi; farklı anlatım yollarına girerek susanların, saklananların, bir arada olan ve birbirinden ayrı düşen dostların, dün ve bugün arasında gelip giderken heybesinde taşıdığı dertlerle buluşturuyor bizi.
‘ÖLÜM HERKESİN KABUL ETTİĞİ KADAR ÖLÜM’
Eyvazi, kırık camlar misali dağılan parçaları toplamaya uğraşanları anlatıyor ‘Ustam Diyorum Öldü’de. Şaşkınlıkla dünyayı kavramaya uğraşanları da… Yaşamın şiirinin gözesinden beslenen ya da bir avuç alıp yoluna devam edenlerle karşılaştırıyor bizi. Gidenlerin ardından, “ölüm herkesin kabul ettiği kadar ölüm” diyenlerle de… Ardından, “yer” meselesine takılanları selamlıyor: “Bazı şeylerin yeri yok, bazı insanların, bazı kelimelerin, bazı seslerin yeri yok. Öyle dolanıp duruyorlar insanların boşluk içlerinde.”
Eyvazi, anlatmaya yeten ve meseleyi anlatmada yetersiz kalan sözcüklerle derdi olanlara da yer veriyor satırlarında. Dert sahibi yapan eşyaları hiçbir yere koyamayanlara, gözünün önünden ve zihninden atamayanlara da…
Büyümeyi tehlikeli bulanların yanı sıra haklı çıkmayı çok sevip güçlü görünürken acılara ortak olmaktan bihaber kişilerden dert yananlar da beliriyor karşımızda. Onların hemen yanı başında yine çok konuşanlar ve sessizliğiyle çok şey anlatanlar var.
Eyvazi’nin öykülerinde ağır basan şey hatırlama; özlemle ve hesaplaşarak ya da anarak ve arayışla yâd edilen, akıp giden zaman içinde anların tartışılıp ortaya saçılmasıyla geri dönülen geçmiş… “Katılaşan zaman”ın, anlatıcılarda ve karakterlerde yarattığı tedirginliğe, evlerin ve sofraların tanıklığını da ekleyebiliriz. Söz konusu tanıklığa, karakterlerin “sıkılıp kaldığı aralıklar” da dahil.
‘BİZE BOŞLUĞUNU BIRAKAN NE ÇOK İNSAN YAŞIYOR’
Geçmiş zaman kadar, şimdinin koşturmacası, bulanıklığı ve akışkanlığına dair hikayeler de var ‘Ustam Diyorum Öldü’de. Dün-bugün gerilimi de öykülere bir noktada eklemleniyor. Tuhaf sorular, zihni yoran meseleler de: “Dünya, başka bir dünyanın cehennemi olmasın?” diye soran bir film karakteri kafaları karıştırabiliyor. Öte yandan, “insan kendini çözüp çözüp topluyor” sözünün doğruluğunu sınayanlarla ve suskunluklardan zehirlenenlerle de karşılaşabiliyoruz. Bazen hikayelerin ve yaşamın zamansızlığıyla da: “Sen bu şehirde ömrün boyunca hiç öğrenmediklerini öğrendin. Hayatın; caddede, sokakta, ev içlerinde değil hikayelerde attığını öğrendin. Dudak büktüğün hikayeler, seni çekip aldılar kendi gökleri altına. Sen bu şehirden çok, bu şehrin hikâyelerinde gezindin, onları sevdin. Zamansızlığı sevdin sen, hikayeler zamansızdı. O zamansız evren, kaygıdan uzaktı. Oysa sen hep gerçekten ve kaygıdan ibarettin bundan önce. Ben sahi neydim buradan önce. Gerçeğe demirlemiş bir gemi mi? Hayır değil, ben hiç gemi olmadım, hiç yol almadım bundan önce.” Bazen de sessizlikle kol kola giren ve görevini layıkıyla yapan zamana dikkat çekiyor: “Sessizliğin konuştuğunu hangi dil tercüme edebilir? (…) Sessizlik iki kişinin yalnız o an duyabileceği seslerle konuşur. Zaman siler. Zaman silmek için vardır. Zaman savurmak için.”
Zamanın, insanı “bir yağmacı” haline getirdiğini söyleyen karakterler yaratan Eyvazi, kişiyi ihtişamlı gösteren ya da yüzeyselliğini belirginleştiren anlardan bahsediyor. Kısacası geçmişten bugüne uzanan dertlerden, boşluklardan ve gürültülerden.
Etrafında olup bitenleri ve sağında solundaki insanları gözleyerek yorumlar yapanlar da öykülerde yerini alıyor. Onlardan biri şöyle diyor: “İçimizde bize boşluğunu bırakan ne çok insan yaşıyor. Gölge oyunundaki deriden suretler gibi arkalarından ışık vurdu muydu görünür oluyor, karanlıkta yok olmuş yanılsaması yaratıyorlar.”
Eyvazi mekanlarda, eşyalar ve hatıralar arasında, günün akışı içinde kaybolanları, kendilerini ve geçmişi ananları, gidenleri yâd edenleri anlatıyor. ‘Ustam Diyorum Öldü’de dingin anlatımının satır aralarına kimi zaman özenle yerleştirdiği fırtınalarla, ilişkilerin gerilimiyle, birikenlerle, dostluklarla ve sevgilerle okuru selamlıyor.